Dönemin İstihbarat Dairesi Başkanlığı C Şube Müdürü olan Ali Fuat Yılmazer, Hrant Dink cinayetiyle ilgili olarak İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Türk Ceza Kanunu’nun 82/1-a maddesi gereğince ‘Tasarlayarak Adam Öldürme’ suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır. Öte yandan, ‘Resmi Belgede Sahtecilik’ suçundan aldığı 4 yıl 6 ay hapis cezası konusunda İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi ilgili mahkumiyeti önce bozmuş, ardından yaptığı yargılama neticesinde Yılmazer’in bu suçtan beraatine karar vermiştir.
Ali Fuat Yılmazer’e yöneltilen suçlamalar, çeşitli ve karmaşık bir yapıya sahiptir. İddialar arasında, C Şube Müdürü olarak görev ve sorumluluklarını ihmal ettiği, illegal bir büro kurup yönettiği, istihbarat raporları konusundaki rolü, Ahmet İlhan Güler’i görevden aldırmaya çalıştığı, Yardımcı İstihbarat Elemanı (YİE) Erhan Tuncel ve fail Ogün Samast ile ilişkisi, Dink’in korunması konusundaki sorumlulukları ve en önemlisi, Türk hükümeti tarafından ‘FETÖ’ olarak adlandırılan Gülen hareketiyle (‘cemaat’) ilişkili olmak ve bu cinayeti söz konusu iddia edilen terör örgütü adına işlemek gibi yanlış yönlendirilmiş iddialar yer almaktadır. Bu analizde, bu iddiaların her birini detaylıca inceleyerek Yılmazer’in savunmasını ve iddiaların arka planını ele alacağız.
Özetle:
İddia: Yılmazer’e yöneltilen suçlamalar arasında görevi ihmal, usulsüz büro yöneticiliği, istihbarat raporlarına dahil olmak, Ahmet İlhan Güler’i görevden almaya çalışmak, Erhan Tuncel ve Ogün Samast ile bağlantılar, Dink’i korumamak ve Türk hükümeti tarafından terör örgütü olarak tanımlanan Gülen hareketi ile bağlantılar yer alıyor.
Hüküm: Ali Fuat Yılmazer ‘Tasarlayarak Öldürme’ suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı ancak ‘Resmi Belgede Sahtecilik’ suçundan beraat etti.
1) İstihbarat Raporlarının Yetersiz Değerlendirilmesi
Önemli istihbaratın Hedef Kişiler Programına girilmediği iddiasına, bilgilerin zaten İstihbarat Değerlendirme Projesinde yer aldığı belirtilerek cevap verilmiştir.
Mahkeme kararında Ali Fuat Yılmazer ile ilgili olarak, Yasin Hayal’in Ermenilere karşı kin beslediği ve İstanbul’da eylem yapacağı bilgisini içeren 13 Ekim 2005 tarihli ve Yasin Hayal’in Hrant Dink’i öldürme niyetini belirten 15 Şubat 2006 tarihli iki F/4 raporlarının, Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü tarafından İstihbarat Daire Başkanlığı’na gönderildiği, ancak bu bilgilerin Hedef Şahıslar Programına girilmediği ve gerekli önleyici tedbirlerin alınmadığı iddia edilmektedir.
İstihbarat Daire Başkanlığının veri toplama ve arşiv sisteminin iç işleyişi ile ilgili olan bu konunun, Dink’in korunması konusu ile direk ilgili olmadığı bilinmelidir. Koruma konusundaki sorumlulukları belirleyen başka daha üst mevzuatlar bulunmakta ve koruma prosedürlerinin ayrıntıları farklı yasal düzenlemelerde ve yönetmeliklerde yer almaktadır. Diğer bir ifade ile Dink’in korunmasındaki ihmallere ilişkin tartışmalar, tamim niteliğinde bir yasal altyapıya sahip olan Hedef Şahıslar Programı çerçevesinde değil, Koruma Hizmetleri Yönetmeliği gibi asıl bağlayıcı mevzuat çerçevesinde değerlendirilmelidir.
İstihbaratın genel arşivi denilen, İstihbarat Değerlendirme Projesi (İDP)’nin arşiv sistematiği açısından bazı eksiklikler taşıması nedeniyle yeni bir program/arayüz geliştirme ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda Program, Ali Fuat Yılmazer’in 1999-2001 yılları arasında İstihbarat Daire Başkanlığı İKK Şube Müdür Vekili olarak görev yaptığı süre içerisinde geliştirilmiş ve uygulanmaya başlanmıştır. Program, sadece arşiv taramalarını kolaylaştırmak için kullanılan bir programdır. Genel arşiv taramalarında erişimi zor veya imkansız olan ve İstihbarat Değerlendirme Projesi içerisinde yer almayan verilerin de erişilebilir olması amaçlanmıştır. Programın asıl amacı, İstihbarat Değerlendirme Projesi (İDP) kapsamına giren resmi evrakların ayrıca Hedef Şahıslar Programı’na kaydedilmesi değildir. İDP projesinde yapılan arşiv incelemesinde, örgütsel dökümanlar, örgüt mensuplarının ifadeleri, örgütlerin tehdit içerikli yayınları gibi konuların arşiv tetkiki kapsamında sorgulanabilir hale getirilmesidir. 2001 ve 2002 yıllarına ait iki adet tamim de programın amacını ve kullanımını bu şekilde açıklamaktadır.
Dink konusu özelinde ise, Trabzon İstihbarat Şube Müdürlüğü’nün söz konusu haber raporlarındaki bilgileri içeren 17 Şubat 2006 tarihli resmi yazısındaki veriler zaten İstihbarat Değerlendirme Projesi’ne girilmiştir. Yani İDP projesinde Dink ile ilgili kayıtlar zaten mevcuttur. Şayet, DİNK ile ilgili olarak resmi yazı içeriğinde yer almayacak türden bir bilgi (örgütsel doküman, yayın organı vb.) olsaydı, o durumda Hedef Şahıslar Programına veri girişi yapılması söz konusu olacaktı. Dolayısıyla Hedef Şahıslar Projesine veri girişi yapılmasını gerektirecek bir durum bulunmamaktadır.
2) Üstlerden belge gizleme
Hayati önem taşıyan raporları üstlerine sunmamakla suçlanan Yılmazer’in yokluğunda raporların bir yardımcısına sunulduğunu gösteren kanıtlara istinaden bu suçlama düşürülmüş oldu.
Ali Fuat Yılmazer’in söz konusu haber raporlarını üst amirleri Vedat Yavuz, Necmettin Emre ve Sabri Uzun’a sunmadığı, bu bilgileri onlardan gizlediği ve İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından alınması gereken koruma tedbirlerinin engellenmesine yol açtığı iddia edilmektedir.
Ali Fuat Yılmazer, 18-22 Şubat 2006 tarihlerinde İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun ve diğer bazı görevliler ile birlikte yurtdışı görevindedir. Yılmazer, söz konusu haber raporlarını ve ilgili resmi yazıyı hiç görmemiştir. Görmediği ve kendisine de iletilmeyen raporları üstlerine arz etmemek ile suçlanmaktadır. (Belgeler ekli dökümanda yer almaktadır)
Ayrıca, söz konusu haber raporlarının üzerinde el yazısı ile düşülen ‘arz edildi’ notu, sanki rapor Yılmazer’e arz edilmiş olarak gösterilmeye çalışılmıştır ki bu doğru değildir. Gerçekte ‘arz edildi’ notu, dönemim İDP C2 Büro Amiri Yılmaz Angın tarafından belgenin, Yılmazer izinde olduğu dönemde C Şubesine vekalet eden Tamer Bülent Demirel ile yaptığı görüşmeden sonra eklenmiş olup, raporun Demirel’e arz edildiğini ifade etmektedir. Angın’ın, savcılık sorgusunda bu konuda verdiği ifadede şöyle demektedir:
Demirel de savcılık sorgusunda bu gerçeği teyit etmektedir:
Ayrıca, İstihbarat Daire Başkanı, Sabri Uzun ile Daire Başkan Yardımcıları Yavuz ve Emre’nin, evrakın kendilerine arz edilmediği yönündeki beyanları doğru kabul edilirken, Yılmazer’in beyanı, bu beyanı kanıtlayan açık deliller olmasına rağmen, doğru kabul edilmemiştir.
3) Tuncel’in statüsünün düşürülmesindeki rolü
Tuncel’in statüsünün düşürülmesinde dahli olduğu yönündeki iddialar, Yılmazer’in görevlerinin zamanlaması ve sorumlulukları ile çelişmekte ve doğrudan bir dahlinin olmadığını vurgulamaktadır.
Ali Fuat Yılmazer’in Kasım 2006’da Erhan Tuncel’in Yardımcı İstihbarat Elemanlığı (YİE) düşümünün Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü tarafından İstihbarat Daire Başkanlığı’ndan (IDB) talep edilmesi ve bu talebin Başkanlıkça kabul edilmesi sürecinde etkin bir rol oynadığı iddia edilmektedir. Bu onay sürecinde Yılmazer’in, sorumluluğunda olan şubenin bilgi ve takibi altında olduğu iddia edilen YİE’nin düşüm işleminden haberdar olduğu ve bu işlemi uygun gördüğü de iddialar arasındadır. Yine iddiaya göre, bu tür bir yanıtın doğrudan İDB başkanı tarafından verilmesi idari yazışma usul ve kurallarına uygun düşmeyip, Yılmazer’in başında olduğu ve konu YİE’den sorumlu Haberalma Şubesinin bilgisi ve onayı olmaksızın bu onayın kabul edilmesi beklenemez. Ayrıca, cevap yazısının arşiv evrakı tespit edilemediğinden hangi birimce onaya sunulduğu kesin olarak belirlenemese de, öncesi ve sonrası işlemlerle bu onayı sağlayan birimin Yılmazer’in müdürlüğünü yaptığı şube olduğunun kabul edilmesi gerektiği iddia edilmektedir.
O dönem Trabzon İl Emniyet müdürü olan Ramazan Akyürek’in imzasıyla İDB’na gönderilen 17 Kasım 2004 tarihli evraktan da anlaşıldığı üzere, Erhan Tuncel’in, Mehmet Kurt kod adıyla yardımcı istihbarat elemanı yapılması 2004 yılındadır. 2 Aralık 2004’te Trabzon’un talebi İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun tarafından onaylanmış ve Erhan Tuncel deneme aşamasında bir eleman olarak kayda alınmıştır. 2006 yılının Mart ayında ise Tuncel deneme safhasından, kalıcı istihbarat elemanlığı kategorisine alınmıştır. 2001-2005 yıllarında Şanlıurfa ilinde görevli olan Yılmazer, Tuncel’in ilk elemanlığa alınması konusunda bilgi sahibi değildir.
Tuncel’in elemanlıktan çıkarılması konusunda ise, elemandan verim alınamadığı yönündeki 16 Kasım 2006 tarihli rapor, Trabzon İstihbarat Şube görevlileri tarafından yazılmıştır. Bu rapor üzerine Trabzon İl Emniyet Müdürü Reşat Altay imzasıyla 17 Kasım 2006 tarihinde Tuncel’in elemanlıktan çıkarıldığı ve kayıtlardan düşümünün yapılmasının istendiğini belirten resmi yazı İDB’na gönderilmiştir. 23 Kasım 2006 tarihli ve İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek imzalı resmi yazı ile de elemanın kayıtlardan düşümünün yapıldığı Trabzon Emniyet Müdürlüğü’ne bildirilmiştir.
Resmi evraklardan açıkça görüleceği üzere Tuncel’in eleman yapılması ve elemanlıktan çıkarılması süreçlerinde Yılmazer’in hiçbir görev ve sorumluluğu bulunmamaktadır.
Ancak, Yılmazer, elemanlıktan çıkarılma sürecinde C Şube Müdürü olduğu için elemanlıktan çıkarılma konusunda bilgisinin ve daha önemlisi onayının olması gerektiği iddia edilmektedir. İlk olarak belirtmek gerekir ki, Tuncel’in elemanlıktan çıkarılması kararı Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü tarafından verilmiş bir karardır. İstihbarat Daire Başkanlığı’nın rolü ise elemanlıktan çıkarılan Tuncel’in Başkanlık kayıtlarından düşümünü yapmaktır. İddiada bahsi geçen onay, verim alınamadığı için elemanlıktan çıkarma kararı ile ilgili değil, Başkanlık kayıtlarından düşümünün yapılmasına dairdir. Öte yandan, elemanlıktan çıkarma kararının cinayet davasında sorumlulukları belirlemede önemli bir argüman olduğu iddia ediliyorsa, rutin bir kayıttan düşme işlemini yapan İstihbarat Daire Başkanlığı personeli değil, elemanlıktan çıkarma kararını veren Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü personelinin bu konuda sorumlu olacağı açıktır. Ancak, dönemin Trabzon İl Emniyet Müdürü olan ve 17 Kasım 2006 tarihli elemanlıktan çıkarma kararını içeren resmi yazıyı imzalayarak İstihbarat Daire Başkanlığına gönderen Reşat Altay hakkında beraat kararı verildiğini not etmek gerekmektedir.
4) Dink Cinayeti Bağlantısı
Tuncel’in statüsünün düşürülmesinin Dink’in öldürülmesine yol açtığı iddiaları; doğrudan kanıt eksikliği ve iddiaların spekülatif niteliği nedeniyle tartışmalıdır.
Erhan Tuncel’in YİE düşümünün gerçekleştirilmesi sonucu bu kaynaktan artık haber alınamayacağı ve yapılan işlemin hedef şahsın cinayetinin fiilen gerçekleşmesini sağlamak olduğu belirtilmektedir. İddiaya göre, Yılmazer bu düşüm işleminin sonuçlarının farkında olup, Erhan Tuncel’in YİE statüsünden çıkarılmasının, Hrant Dink cinayetinin işlenmesine yol açacak bir durum yarattığının bilincindeydi.
İddiaların temelinde yer alan, Erhan Tuncel’in Yardımcı İstihbarat Elemanlığı (YİE) statüsünden çıkarılmasının Hrant Dink cinayetiyle doğrudan bir ilişkisi olduğu tezi, gerçekçi olmaktan uzaktır ve belirli temel noktalarda ciddi mantık hataları içermektedir. Öncelikle, Yılmazer’in o dönemdeki görev ve sorumlulukları, bu iddiaları destekleyecek herhangi bir doğrudan etkileşim veya karar alma süreci içermediğini açıkça ortaya koymaktadır. İstihbarat süreçleri, çok katmanlı ve geniş bir ekip çalışması ile yürütülür ve tek bir kişinin tüm süreci etkilemesi düşünülemez. Ayrıca, Tuncel’in YİE statüsünden çıkarılmasının Hrant Dink cinayetiyle ilişkilendirilmesi, istihbarat ve polis teşkilatı içindeki rutin prosedürlere ve karar alma mekanizmalarına haksızlık etmektedir. Bu iddia, olayın ardından geriye dönük yapılan bir çıkarım olup, olayların gerçek zamanlı dinamiklerini ve karmaşıklığını göz ardı etmektedir. Dolayısıyla, Yılmazer’in bu süreçte bilinçli bir şekilde hareket ettiği ve cinayetin işlenmesine yol açacak bir durumu bilerek oluşturduğu iddiası, gerçeklerle ve mevcut kanıtlarla örtüşmemektedir ve spekülatif bir yaklaşımdan ibarettir. Bu tür iddialar, olayın doğru bir şekilde anlaşılmasını engelleyerek, gerçek sorumluların ve olayın gerçek nedenlerinin belirlenmesi sürecine zarar vermektedir.
5) Akyürek ile işbirliği
Ramazan Akyürek ile özel işbirliği suçlamaları; profesyonel ilişkilerin ötesinde somut kanıtların bulunmaması nedeniyle reddedilmiştir.
Yılmazer’in Ramazan Akyürek ile irtibat halinde olduğu ve bu işbirliği çerçevesinde, Akyürek ile birlikte amaca yönelik olarak gerçekleşen tüm eylemlere katıldığı iddia edilmektedir.
Ali Fuat Yılmazer 2005-2007 yılları arasında İstihbarat Dairesi Başkanlığı C Şube Müdürlüğü görevini yürütmüştür. Ramazan Akyürek ise 2003-2006 yılları arasında Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü, 2006-2009 yılları arasında da İstihbarat Daire Başkanlığı görevlerini yürütmüştür. Dolayısıyla 2006-2007 yılları arasında Akyürek ve Yılmazer ayni dairede hiyerarşik bir yapı içinde birlikte görev yapmışlardır. İddia edildiği üzere, Ali Fuat Yılmazer’in Ramazan Akyürek ile özel bir irtibat içinde olduğu ve bu işbirliği çerçevesinde belirli eylemlere katıldığı tezi, çok ciddi mantıksal çelişkileri barındırmaktadır. İlk olarak, görev gereği olması gereken resmi ilişkinin haricinde, bu tür bir işbirliğinin varlığını ve doğasını destekleyecek herhangi bir somut kanıt sunulmamıştır. İstihbarat ve güvenlik teşkilatları içinde çalışan profesyonellerin, hem beraber çalıştıkları mesai arkadaşlarıyla hem de görevleri gereği birçok farklı kişi ve birimle rutin olarak iletişimde olmaları kaçınılmazdır. Bu, özellikle farklı pozisyonlarda ve birimlerde görev yapan kişiler arasında sıkça rastlanan bir durumdur ve bu tür iletişimlerin otomatik olarak gizli bir işbirliğine veya usulsüz eylemlere işaret ettiği varsayımı gerçekçi değildir.
Ayrıca, Yılmazer ve Akyürek arasında özel bir işbirliğinin olduğu iddiası, her iki kişinin kendi profesyonel ve hukuki sorumlulukları çerçevesinde hareket ettiği gerçeğini göz ardı etmektedir. Her iki isim de, görevlerini belirli hukuki ve idari kurallar çerçevesinde yerine getirmişlerdir. Bunun aksini kanıtlayacak hiçbir bilgi, belge veya tanıklık bulunmamaktadır.
Son olarak, bu iddia, olayın ve ilişkilerin basitçe ve yanlış yönlendirilmiş bir yorumlanmasına dayanmaktadır ve sürecin gerçek karmaşıklığını ve çok boyutluluğunu yeterince yansıtmamaktadır. Bu tür basitleştirilmiş bir yaklaşım, olayın gerçek doğasını anlamada oldukça yanıltıcıdır ve adil bir değerlendirme yapılmadığını göstermektedir.. Dolayısıyla, Yılmazer’in Akyürek ile özel bir işbirliği içinde olduğu ve bu çerçevede belirli eylemlere katıldığı iddiası, yeterli kanıt ve somut belgeye dayanmadan yapılan spekülatif bir varsayımdan öteye gitmemektedir.
6) Katilin İzlenmesi
Katilin Muharrem Demirkale ile bağlantıları üzerinden izlendiği iddiaları; delil yetersizliği ve iddianın spekülatif temelleri nedeniyle yalanlanmış oldu.
Yine iddiaya göre, Trabzon istihbaratı tarafından son ana kadar takip edilen fail Ogün Samast’ın cinayetten iki gün önce İstanbul’a gitmesi üzerine, bu kez 2016 yılındaki darbe girişimine karıştığı iddia edilen Muharrem Demirkale tarafından takibi başlamıştır. Cinayet günü, cinayet mahallinde failin Demirkale tarafından takip ettirildiği iddia edilmektedir. Ayrıca, Ali Fuat Yılmazer’in Demirkale ile önceden var olan tanışıklıkları olduğu belirtilmektedir. İddiaya göre, Hrant Dink’in faili Ogün Samast’ı takip eden kişiler, Muharrem Demirkale’in emir ve komutası altında hareket ediyorlardı. Yılmazer’in, Demirkale ile olan irtibatından dolayı, bu takibin organizasyonu ve yönetimiyle ilgili olduğu iddia edilmektedir. Ayrıca Dink cinayetinden 10-15 dakika sonra Muharrem Demirkale ile Yılmazer arasında bir telefon görüşmesi yapıldığı ve bu görüşmede cinayet hakkında bilgi alışverişinde bulunulduğu iddia edilmektedir.
Olay esnasında Muharrem Demirkale, İstanbul Jandarma İstihbarat biriminde, Yılmazer is Ankara’da Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığında görev yapmaktadır. Yılmazer ve Demirkale, Şanlıurfa’da geçmişte birlikte çalışmış ve profesyonel anlamda birlikte çalışma yürütmüş ancak birbirlerini sadece mesleki bağlamda ve yüzeysel olarak tanıyan kişilerdir.
Öncelikle, Ogün Samast’ın ‘Trabzon İstihbaratı’ tarafından takip edildiği ve bu bilginin Ali Fuat Yılmazer tarafından bilindiği iddiası, ciddi bir mantıksal çelişki barındırmaktadır. İddialar, Yılmazer’in Samast’ın hareketlerinden haberdar olduğunu ve takip sürecine dahil olduğunu öne sürmektedir. Ancak bu iddia, Yılmazer’in görev alanı ve sorumlulukları göz önünde bulundurulduğunda tutarsızlık göstermektedir. Yılmazer, bu dönemde Ankara’da görevliyken, Samast’ın Trabzon’da takip edilmesi ve daha sonra İstanbul’a hareket etmesi olaylarına dair iddialar, Trabzon Jandarma İstihbarat birimlerinin sorumluluğun çerçevesinde ele alınmıştır. Yılmazer’in bu yerel operasyonlardan haberdar olması ve etkilemesi, görev ve yetki alanları dışında bir durum olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca, Yılmazer’in Trabzon Jandar İstihbaratı ile ilişkisini gösteren hiçbir delil veya iddia da bulunmamaktadır.
İkinci olarak, Muharrem Demirkale’nin İstanbul’da Ogün Samast’ı takip ettiği ve bu sürecin Ali Fuat Yılmazer tarafından bilindiği veya yönetildiği yönündeki iddialar, somut kanıtlarla desteklenmemektedir ve yargılama sürecinde de bu iddialar net bir sonuca bağlanamamıştır. Bu iddianın altında yatan temel neden, Trabzon Jandarma İstihbaratı ve özellikle Jandarma yetkilisi Ali Öz’ün cinayet olayında ihmali ve sorumluluklarının ortaya çıkmasıdır. Yılmazer ile Öz arasında herhangi bir doğrudan ilişki bulunmamaktadır. Bu durum, Yılmazer’in olayın merkezine yerleştirilmesi için Demirkale ile olan irtibatının kurgusal bir temelde sunulmasına yol açmıştır. İddialar, bu bağlantıyı önemli ve etkili bir unsur olarak göstermeye çalışsa da, bu yaklaşım gerçek dışı bir zeminde kurulmuş ve somut delillerle desteklenmemiştir. Yılmazer’in olayla ilişkilendirilmesi için yapılan bu tür çabalar, gerçek olayların ve sorumlulukların anlaşılmasını karmaşıklaştıran spekülatif varsayımlardan ibarettir. Bu nedenle, bu iddiaların dikkatli bir şekilde incelenmesi ve gerçekçi bir perspektifle değerlendirilmesi gerekmektedir, çünkü adil bir yargılama sürecinde her iddia, somut kanıtlar ve objektif analizlerle desteklenmelidir.
Öte yandan, bu tür bir iddia, Demirkale ve Yılmazer arasındaki mesleki ilişkileri yanlış yorumlayarak, olayların bağlamını ve gerçek dinamiklerini göz ardı etmektedir. Yılmazer ve Demirkale arasındaki mesleki tanışıklık, iki profesyonel istihbarat görevlisinin normal iş ilişkileri çerçevesinde değerlendirilmelidir. İddialar, bu ilişkiyi yasadışı veya usulsüz bir işbirliği olarak göstermeye çalışırken, gerçekte bu tür mesleki ilişkilerin rutin ve yasal çerçevede gerçekleştiğini göz ardı etmektedir. İki görevlinin geçmişte birlikte çalışmış olmaları, bu tür bir olayın planlanması ve yönetilmesi anlamına gelmez ve bu bağlantıyı cinayetle ilişkilendirmek, gerçek dışı bir varsayıma dayanmaktadır.
Ayrıca, iddiada öne sürülen, Yılmazer ve Demirkale arasındaki telefon görüşmelerinin cinayetin organizasyonu ve yönetimi ile doğrudan ilişkili olduğu tezi, ciddi bir kanıt eksikliğine sahiptir. İki istihbarat görevlisi arasında gerçekleşen telefon görüşmelerinin içeriği ve bağlamı, aksi ispatlanmadığı müddetçe bu görüşmelerin rutin mesleki ve operasyonel amaçlarla yapıldığını gösterir. Bu görüşmelerin cinayetle doğrudan bağlantılı olduğunu iddia etmek, hem görevlilerin profesyonel durumlarını yanlış konumlandırmak anlamına gelir hem de bu tür görüşmelerin doğasını yanlış yorumlar.
Bununla birlikte, bu iddiaların mantığı dikkate alındığında, İstanbul Jandarma İstihbarat Komutanı Yarbay Aycan Oktaylar ile İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler arasında kayıtlara geçen telefon trafiğinin de benzer şekilde cinayetin organizasyonu ve yönetimi ile ilgili olabileceği argümanı ortaya çıkabilir. Ancak, bu telefon görüşmeleri, bu iddialar kapsamında değerlendirilmemiştir. Çünkü genellikle bu tür görüşmeler, aksi ispatlanmadığı sürece, hayatın doğal akışı içerisinde gerçekleşen, benzer görev ve sorumluluklara sahip kamu görevlileri arasında bilgi paylaşımı amacıyla yapılan rutin iletişimler olarak kabul edilir. Bu tür görüşmelerin cinayetin organizasyonu ve yönetimiyle ilişkilendirilmesi, yalnızca spekülatif bir varsayım olup, somut deliller veya belirgin bir bağlam olmadan yapılan bu tür yorumlar, profesyonel görevlerin doğasını yanlış anlamak anlamına gelir. Bu nedenle, bu görüşmeleri ve benzeri iletişimleri, yalnızca belirli bir olay bağlamında değil, genel mesleki faaliyetlerin bir parçası olarak değerlendirmek daha adil ve gerçekçi bir yaklaşım olacaktır.
7) Cinayete Teşvik ve Destek
Samast’ın ifadesine dayanılarak cinayeti teşvik ettiği yönündeki iddialar, olaya karışan diğer tarafların yalanlamaları ve iddianın spekülatif niteliği ile boşa çıkmıştır.
Ogün Samast’ın ifadesine dayanarak, Yılmazer’in cinayet öncesinde azmettirici rol oynadığı ve failleri destekleyip teşvik ettiği iddia edilmektedir.
Ogün Samast ilk olarak, cinayetten 7 yıl sonra, 5 Aralık 2014’teki savcılık ifadesinde Ramazan Akyürek ve Ali Fuat Yılmazer (Fuat Müdür) isimlerini zikretmiştir.
Erhan Tuncel, 2022’deki savcılık ifadesinde bu iddiayı açıkça reddetmiş ve böyle bir konuşmanın asla gerçekleşmediğini belirtmiştir.
Yasin Hayal de 2015’teki savcılık ifadesinde iddiayı yalanlamıştır.
Dolayısıyla, görüşmenin aralarında geçtiği iddia edilen iç kişiden ikisi iddiayı yalanlamaktadır. Ayrıca, söz konusu görüşmenin iddiada belirtilen şekilde gerçekleştiğini kanıtlayan hiçbir başka somut veri de bulunmamaktadır.
8) Cinayetin Planlanması ve İzlenmesi
Cinayeti başkalarıyla birlikte planladığı iddiaları; somut kanıt eksikliği ve iddiaların spekülatif temeli nedeniyle çökmüştür.
Cinayet eyleminin Yılmazer’in dahil olduğu bir oluşum tarafından takip edildiği ve cinayetin işlenmesinin diğer sanıklar Ramazan Akyürek ve Muharrem Demirkale ile birlikte tasarlandığına dair bulguların sübuta erdiği iddia edilmektedir.
Cinayet planının Ali Fuat Yılmazer’in de içinde bulunduğu bir grup tarafından düzenlendiği iddiası, dönemin İstanbul Jandarma İstihbarat personelinin olay günü Hrant Dink’in işyerinin yakınında bulunduğu ve Jandarma Yüzbaşı Muharrem Demirkale ile bağlantıları olduğu varsayımına dayandığını belirtmek gerekir. Ancak bu varsayım hem arama detay kayıtları (HTS) hem de jandarma personelinin ifadeleri ile çürütülmüştür. Cinayet günü olay yerinde İstanbul Jandarma İstihbarat personelinin bulunduğunu destekleyen somut bir delil bulunmamaktadır. Hatta bu varsayımı çürüten bilgi ve tanıklıklar mevcuttur. Dahası, Demirkale ve Yılmazer’in olaya dahil oldukları iddiası asılsızdır ve önceki yıllara dayanan mesleki tanışıklıklarının ötesinde olgusal bir dayanaktan yoksundur. Bu kişileri suçun planlanması veya icrasıyla ilişkilendiren somut kanıtlar olmaksızın, bu iddia temelsiz ve asılsızdır.
9) IDP Programının Kapatılması
Katılımını gizlemek için IDP programını kapatmakla suçlandı; geçici kapatmanın soruşturmanın güvenliğini korumak için alınan bir tedbir olduğu ifade edildi.
Dink cinayeti sonrasında İstihbarat Değerlendirme Programı’nın (IDP) kapatıldığı, bu durumun tanık Ali Loğoğlu’nun mahkemede verdiği beyanlarla sabit olduğu belirtilmektedir. IDP programının kayıt yeri olan birimin sorumlusu Ali Fuat Yılmazer olduğu için, cinayet öncesine ilişkin mevcut istihbari bilgilerin Emniyet birimlerince haberdar olunmasının ve dolayısıyla kendisinin de dahil olduğu sorumlu kişilerin deşifre olmasının önüne geçtiği iddia edilmektedir.
IDP sorgu ekranının kısa süreliğine kapatılması, soruşturmanın bütünlüğünü koruma ve potansiyel şüphelilerin kaçmasını önleme amaçlı bir tedbirdir. Bu tedbir, soruşturmanın etkinliğini artırmak ve medya yoğunluğunun olası negatif etkilerini azaltmak için alınmıştır. Sorgu ekranının kapatılmasının, cinayetin sorumlularının gizlenmeye çalışılması ile bir bağlantısı yoktur.
Ayrıca, sorgu ekranının kısa süreliğine kapatılması ve cinayetin sorumlularının gizlenmesi arasında doğrudan bir illiyet bağı kurmak, belirsiz ve spekülatif bir yorumdur. Bu tür bir bağlantı, somut kanıtlar ve açık bir mantıksal zincirle de desteklenmemektedir.
Dolayısıyla, Yılmazer’in Dink cinayeti soruşturmasındaki rolü ve aldığı aksiyonlar, çeşitli açılardan değerlendirildiğinde, onun bu olayın aydınlatılmasına yönelik ciddi çabalar içinde olduğunu göstermektedir. Özellikle, IDP sorgu ekranının kısa süreliğine kapatılması, soruşturmanın selameti ve hassasiyeti açısından önemli bir adımdır. Yılmazer’in bu eylemi, medyanın yoğun ilgisini dikkate alarak, olası bir desifreyi önlemek ve soruşturmanın bütünlüğünü korumak amacıyla yapılmıştır. Bu durum, onun sorumluları gizlemediğini değil, olayın çözümlenmesine yönelik proaktif ve sorumlu bir yaklaşım sergilediğini gösterir.
10) İllegal Büro Yöneticiliği
Yasadışı bir C-5 Bürosunu yönettiği iddiaları; büronun oluşumunun yasal olduğu ve resmi bir yeniden yapılanmanın parçası olduğu belirtilerek reddedildi.
2006 yılı Haziran ayında yasal olmayan bir şekilde ve mevzuata aykırı olarak çalışan gizli bir yapılanma olduğu iddia edilen C-5 Bürosu’nun oluşturulduğu belirtilmektedir. Bu birimde başlangıçta sadece Komiser ve Komiser Yardımcılarının yalıtılmış bir ortamda görev yaptıkları, polis memurlarının bu odaya girmesinin yasaklandığı ve sadece getir-götür işlerinde kullanıldıkları iddia C-5 Bürosunun, Hrant Dink, Rahip Santora cinayeti, Zirve Yayınevi cinayetleri, Ergenekon, Balyoz ve diğer önemli olaylara baktığı, büronun başında Komiser Rütbesiyle Yılmaz Angın’ın bulunduğu ve Ergenekon, Balyoz gibi operasyonların alt yapısının bu büroda hazırlandığı, bu büroya düşümü yapılan onlarca evraktan anlaşıldığı iddia edilmektedir.
C5 Büro ile ilgili bu iddia, aynı davada sanık olarak yargılanan dönemin Trabzon İstihbarat Şube Müdürü olan ve sonradan İstihbarat Daire Başkanlığı görevine atanan Engin Dinç’in bu görevi esnasında Savcılığa göndermiş olduğu yanlı raporlara dayanmaktadır.
2015 yılı Şubat ayında Dinç’in savcılığa hitaben gönderdiği yazıdaki şu ifadeler dikkat çekicidir:
Aslında iddia edildiği gibi bir illegal büro oluşumu söz konusu değildir. Uzun soluklu ve titiz bir çalışmayı gerektirecek bir durum da yoktur. Çünkü Daire Başkanlığının kayıtları, ilgili mevzuat ve mevzuatta yapılan değişiklikler çok açık ve basit şekilde gerçeği göstermektedir.
İstihbarat Dairesinin teşkilat yapısı, 19. Temmuz 1995 tarihli İstihbarat Dairesi Başkanlığı Merkez ve Taşra Birimleri Kuruluş, Görev ve Çalışma Yönetmeliği tarafından belirlenir. Yönetmeliğe göre C Şube müdürlüğü C1, C2 ve C3 isimli bürolardan oluşmakta iken, 12 Şubat 2007 tarihinde yapılan değişiklik ile C4, C5 ve C6 büroları oluşturulmuştur. Dink cinayeti esnasında C5 isimli bir büro bulunmamaktadır, konuya tüm resmi kayıtlardan da anlaşılacağı üzere C2 büro amirliği bakmıştır. Cinayet gününe ilişkin görev çizelgesi de bunu ispat etmektedir.
Öte yandan, İstihbarat birimlerinde hassas bilgilerin ve operasyonların güvenliğini artırmayı ifade eden “kompartımantasyon” (compartmentalization) yöntemine de vurgu yapmak gerekmektedir. Bilgi ve görevler sıkı bir şekilde bölümlendirilir ve sadece yetkili kişilerin bu bilgilere erişebilmesi sağlanır. İstihbarat alanında kompartımanlaştırmanın temel amacı, güvenlik ve gizliliği maksimize etmektir. C2 Bürosu da, kompartımantasyon ilkesine uygun bir şekilde faaliyet göstermiştir. C2 Bürosu’nun ilgilendiği konuların hassasiyeti göz önünde bulundurulduğunda, bu büronun diğer birimlere kıyasla daha fazla gizlilik tedbirine ihtiyaç duyması doğaldır. Bu, büronun yürüttüğü operasyonların mahiyeti ve gereklilikleri nedeniyle olup, faaliyetlerinin illegal olduğu anlamına gelmez. Tam tersine, C2 Bürosu’nun uyguladığı kompartımantasyon ve gizlilik tedbirleri, istihbarat toplama ve işleme metotlarına ve tekniklerine tamamen uygun bir yaklaşımdır. İstihbarat birimlerinde, özellikle hassas bilgilerin işlendiği durumlarda, bu tür yüksek düzeyde gizlilik ve güvenlik önlemleri sıkça karşılaşılan ve kabul edilen uygulamalardır. C2 Bürosu’nun faaliyetleri, istihbarat toplumunun gerektirdiği yüksek standartlara uygun olarak yürütülmüş ve bu standartlar, ulusal güvenlik ve bilgi güvenliği açısından hayati öneme sahiptir. Bu bağlamda, C2 Bürosu’nun faaliyetleri, yasal çerçeveler içinde ve istihbarat topluluğunun gereklilikleri doğrultusunda şekillenmiş ve bu doğrultuda etkin bir şekilde işlev görmüştür.
11) Güler’in Yerine Geçme Girişimi
Ahmet İlhan Güler’in değiştirilmesinin planlandığı yönündeki suçlamalara; idari değişikliklerin rutin niteliği ve cinayetle bağlantılı doğrudan kanıt bulunmaması sebebiyle cevap verildi.
İDB yöneticileri olan Coşgun Çakar ve Ramazan Akyürek’in fikir birliği yaparak İstanbul İstihbarat Müdürlüğünden göndermek istedikleri Ahmet İlhan Güler’in yerine Ali Fuat Yılmazer’ın atanmasını planladıkları iddia edilmektedir. Ayrıca bu atamanın, yanlı teftiş raporları sonucunda gerçekleştiği iddia edilmektedir.
İstihbarat Dairesi C Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer ve İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek’in, Hrant Dink cinayetini İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğünü ele geçirmek amacıyla organize ettikleri ve yönettikleri iddiası üzerinde durulmaktadır. Bu iddiaya göre, Akyürek ve Yılmazer, İstanbul’da gerçekleştirmeyi planladıkları bazı polis operasyonlarını o dönemki İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler’in engellediği ve Güler’in görevden alınabilmesi için cinayetin işlendiği öne sürülmektedir. Ancak bu iddianın altında yatan mantık ve gerekçeler, ele alındığında ciddi soru işaretleri barındırmaktadır.
İlk olarak belirtmek gerekir ki, Türkiye gibi ülkelerde, özellikle kritik görevlerdeki kamu görevlilerinin atanması ve görevden alınması süreçleri, zaman zaman siyasi görüş ve tercihlerden etkilenebilir. Ancak, bir kamu görevlisinin atanması veya görevden alınması gibi rutin idari kararların, suç teşkil eden eylemlerle, özellikle de bir cinayetle doğrudan ilişkilendirilmesi, hukukun temel mantığına ve adalet anlayışına ters düşer. Bu iddia, gerçekleşen bir görev değişikliğini ve idari süreçleri, cinayetle ilişkilendirmek için zorlama bir kurguya dayanmaktadır. Ayrıca, söz konusu atama, dönemin Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal ve dönemin İçişleri Bakanı Abdulkadir Aksu tarafından da onaylanmış rutin bir idari işlemdir. Ne Aksu’nun ne de Köksal’ın bu iddia çerçevesinde bilgisine başvurulmadığını da not etmek gerekir.
Ayrıca, bu iddianın temelinde, İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler’in cinayetten 9 yıl sonra verdiği ifade bulunmaktadır. Güler’in ifadesinde belirttiği ‘görevden alınma’ durumu, rutin idari işlemler çerçevesinde gerçekleşmiş ve bu süreçte İçişleri Bakanının oluru ile Ali Fuat Yılmazer’in ataması yapılmıştır.
İddiaların temeli, cinayetten sadece 6 gün önce Akyürek, bir yardımcısı ve personel müdürü ile Güler arasında yapılmış ve Güler’e başka bir görev teklif edilen bir görüşmeye dayanmaktadır. Ancak bu, cinayetle doğrudan bir ilişki kurmak için yeterli bir kanıt değildir. Güler’in görev değişikliğini kabul etmesi durumunda cinayetin işlenmeyeceği gibi bir sonuç çıkarmak için herhangi bir temel bulunmamaktadır.
Son olarak, İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğünde bir ‘örgüt’ oluşturulduğu iddiaları da gerçeklerle örtüşmemektedir. Güler’in görevden alınmasının ardından Yılmazer’in atandığı doğru olmakla birlikte, İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğünde hiçbir kadro değişikliği olmadığı, Yılmazer’in eski kadro ile çalışmaya devam ettiği kayıtlarla sabittir.
12) Müfettişlerin Engellenmesi
Denetim görevlilerine baskı yapılarak olayın aydınlatılmasının engellendiği iddiaları; ilgili denetim görevlilerinin ifadeleri ve doğrudan kanıt olmaması nedeniyle gerçeği yansıtmamaktadır.
Yılmazer’in Başbakanlık müfettişlerine baskı yaparak sorumluluğunun ortaya çıkacağı endişesiyle önleyici tavırlar sergilediği ve müfettislerin görüşmek istediği kişilerle görüşmelerini engellediği iddia edilmektedir.
Dink cinayetinde kamu görevlilerinin sorumlulukları hakkında rapor yazan Başbakanlık Başmüfettişi Ayşegül Genç, 2004 yılında İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü’nde görev yapmış olan Volkan Altunbulak’tan Yasin Hayal’in iletişim bilgilerini içeren bir flash disk aldıklarını, ancak ö dönem bu konuda ifade vermekte isteksiz davranan Volkan Altunbulak’ın ifadesini alamadıklarını iddia etmektedir. Bu süreçte, Altunbulak’ın diski kendisine teslim ettiğini iddia ettiği İstihbarat Şube Müdürlüğü’nde görevli olan Erhan Evren ile yapmak istedikleri görüşmenin ise Yılmazer tarafından engellendiği iddia edilmektedir.
Bu gerçek dışı iddia, bazı önemli soru işaretleri içermektedir. İlk olarak, bu bilgiler idari soruşturma sırasında gündeme gelmemiş ve ancak daha sonradan mahkeme sürecinde dile getirilmiştir. İdari soruşturmanın sonuçsuz kalması durumunda, müfettişlerin yetkilerini kullanarak soruşturmayı engellemeye çalışan kamu görevlilerini açığa aldırması veya işlem başlatması beklenirdi, ancak o dönem bu tür bir adım atılmamıştır. Ayrıca, bir soruşturmada bir tanığın bilgisine başvurulması için gerekli resmi prosedürlerin takip edilmediği ve bu konuda herhangi bir yazşıma yapılmadığı da ortadadır. Son olarak, bu iddiayı destekleyecek herhangi bir somut kanıt sunulmamıştır; ne Altunbulak’ın ne de Evren’in ifadelerine başvurulmamıştır.
Ayrıca, Yılmazer’in Akyürek üzerinden müfettişleri tehdit ettiği ve baskı oluşturmaya çalıştığı iddiası ise bizzat Teftiş Kurulu Başkanı Muttalip Ünal ve Ayşegül Genç ile birlikte soruşturmayı yürüten Başbakanlık Başmüfettişi Mehmet Akın tarafından yalanlanmıştır.
Ayşegül Genç ile birlikte soruşturmayı yürüten Başbakanlık Başmüfettişi Mehmet Akın 2014 yılındaki savcılık ifadesinde şunu belirtmiştir:
Muttalip Ünal da yine 2014 yılındaki savcılık ifadesinde şöyle demiştir:
13) İstihbarat Bilgilerinin Gizlenmesi
F4 raporundaki bilgileri gizlemekle suçlandı; rapora veya Yılmazer’in gizlemeye karıştığına dair hiçbir kanıt bulamayan Istinaf mahkemesi kararları iddiaları çürüttü.
Gizlendiği veya imha edildiği iddia edilen F4 raporunda yer alan ve cinayetin kim tarafından işleneceğine ilişkin istihbari bilgilerin Yılmazer tarafından bilindiği iddia edilmektedir. Ayrıca Yılmazer’in, kendilerini deşifre edecek mahiyette olan bilgileri gizleyerek, cinayetin işlenmesini sağladığı ve bu süreçte Trabzon Emniyeti ve İstanbul Jandarma İstihbaratında görevli diğer sorumlu sanıklarla birlikte hareket ettiği iddia edilmektedir.
Bu gerçek dışı iddia, bizzat İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2.Ceza Dairesi’nin 9 Haziran 2022 tarihli kararı ile çürütülmüştür. Bu karar uyarınca, Yılmazer hakkındaki suçlama geri çekilmiş, mahkumiyet kararı kaldırılmış ve Yılmazer’in beraatine hükmedilmiştir. Mahkeme kararında şunu söylemiştir:
“Sanıkların 11 numaralı F4 raporunu yok ettikleri veya gizledikleri iddia edilmiş olmakla birlikte tüm dosya kapsamına göre bu belgenin düzenlenmiş olduğu kesin olarak belirlenememiştir. İstihbarat birimlerinin çalışma usullerine göre yardımcı istihbarat elemanı ile yapılan görüşme sonucunda F3 belgesi, bu görüşmede bir bilgi edinildiği taktirde F4 belgesi düzenlenmektedir. 11 numaralı F3 belgesinde bu belgeye istinaden F4 belgesinin düzenlenmiş olduğu belirtilmiştir ancak F3 belgesinin F4 belgesinden önce düzenlenmesi nedeniyle bu ibarenin, daha önce düzenlenen ve bilgisayarda kayıtlı bulunan şablon evrakta bulunan ve silinmesi unutulan bir ibare olduğu yönündeki savunmanın aksi ispatlanamamıştır. İddiaya konu F4 belgesinin düzenlendiği, içeriğinin ne olduğu, yok edilmiş veya gizlenmiş ise kim tarafından yapıldığı ya da yaptırıldığı hususlarında hiçbir delil bulunmadığından atılı iddia ispatlanamamış, bu suç yönünden sanıklar hakkındaki ilk derece mahkemesinin mahkumiyet hükümleri kaldırılarak sanıkların beraatlerine karar verilmiştir.”
14) Savunmaların Güvenilirliği
Yılmazer’in mahkemede yaptığı savunmalar, masumiyet karinesi ve aleyhinde delil bulunmadığı vurgulanarak inandırıcılıktan yoksun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir.
Yılmazer’in mahkemede yaptığı savunmaların, elde edilen ve sübuta erdiği iddia edilen deliller karşısında bir itibarının bulunmadığı ve suçtan kurtulmaya yönelik olduğu iddia edilmektedir.
Öncelikle, hukuk sisteminin temel ilkesini vurgulamak gerekmektedir: masumiyet karinesi. Hukuk düzenimizde her birey, makul şüpheye dayalı olarak suçlu bulunana kadar masum kabul edilir. Bu ilke, adalet sistemimizin temel taşıdır ve yeterli kanıt olmadan bir sanığın haksız yere suçlanmasını önler. Sanık, masumiyetini kanıtlama yükümlülüğü altında değildir, aksine suçun işlendiğini kanıtlama yükümlülüğü savcılığa aittir.
Mahkemenin, Yılmazer’in savunmalarının inandırıcılığının eksik olduğunu iddia etmesi, davanın temel hukukî prensipleriyle bağdaşmayan bir görüşü yansıtmaktadır. Yılmazer ve hukuki temsilcileri, çıkarlarını etkili bir şekilde savunma yükümlülüğü altındadır ve bu, suçlamaları ciddi bir şekilde sorgulamaları ve davanın dayanaklarını sorgulamaları anlamına gelir. Yılmazer’in savunmalarının doğası nedeniyle inandırıcılıklarını sorgulamak, adli sistemin temel yapısına aykırıdır. Çünkü çekişmeli yargılama, adaletin gerçekleri tespit etmek için karşıt argümanların çatışması yoluyla bulunmasını temin eder.
Dahası, mahkemenin Yılmazer’in masumiyetini gösteren pek çok kanıtı görmezden geldiği ortadadır. Gerçekten de, mahkemenin kanıtları uygun bir gerekçe olmadan yok saydığı ve Yılmazer tarafından sunulan tüm kanıtları hiçbir değerlendirme yapmadan göz ardı ettiği açıktır.
Savunmaların suçtan kurtulma amaçlı olduğunu iddia etmek, mahkeme yetkisinin sınırlarını aşmakta ve Yılmazer’in peşinen suçlu olarak kabul edildiğini göstermektedir. Mahkemelerin görevi, delilleri ve argümanları adil bir şekilde değerlendirmek ve nihayetinde adaleti sağlamak olduğundan, bu tür bir önyargılı yaklaşım, hukuk sisteminin temel prensiplerine aykırıdır. Mahkemeler, savunmaların inandırıcılığını ve dayanaklarını sorgulamak yerine, tüm tarafları adil bir şekilde dinlemeli ve objektif bir değerlendirme yapmalıdır.